ŞİİRİN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞİİRİN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Eylül 2022

Eylül'ün Onbeşi

 





Sabahın kuytusuna bir düş bıraktım.

Gözlerimi açıp etrafıma şöyle bir baktım,

Kalbim yerinde, dudakların öptüğün yerde.

Pencereyi açtım, göçmen kuşların kanatlarına bir avuç dolusu sevda bıraktım.

İçime çektim serin, puslu havayı,

Sen doldu içim.

Eylün'ün onbeşi geldi mi ki dedim...

Geçmiş.

Aldığım nefesi usul usul bıraktım.

Mevsimin son kelebekleri de öylece uçup gitti.

Göğsümü açıp baktım,

Düştüğün yerde kor kalışını seyre daldım.

***

Fotoğraf / 2010 Newyork Seyahatinden



01 Eylül 2022

Yaz Bitti Mi?



Yazın bittiğini nereden mi anlar insan? 

Sizi bilmem ama ben içimdeki hüznü sevmeye başlarım, 
mumlar yakarım alaca karanlık görülünce ufukta, 
kırmızı şaraba uzanır elim kerahat vakti gelip çattığında, 
sade bir peynir tabağı hazırlarım bademli, bir tabakta siyah üzüm ve incir olur mutlaka. 

Düşen yaprağa söylerim tek bildiğim sevda şarkısını makamı hicaz olsa da, 
serinleyen havada asılı kalır yarına dair hayallerim umudum çok olsa da, 
eğer ille rakı isterse canım, içeri odaya kurarım anadan yadigar beyaz dantelli masamı,
geçip giden buluta değebilsin hüzne çalan kahverengi gözlerim diye, 
yarı açık bırakırım yüreğimin sol kanadını.


Sonra o çıkagelir geçmişten, sohbetin koyu yerinde değer cam cama can cana, 
titrer bedenim, titreyen bakışı karşısında, 
hatırlarım,
dokunuşu ipekten bir yorgan gibi sarardı bedenimi sonbaharın ayazında,
yağdı yağacak bir havada ilk oturduğumuz köşe başına gider düşlerim, 
dalarım,
onu olduğu yerde bırakıp tek başıma ağlarım. 

Sizi bilmem ama ben yazın bittiğini onu özlediğimde anlarım. 
Aylardan da Eylül'ü severim en çok,
 onu bana getiren, 
beni benden alıp daha iyime götüren
 o şahane günü hatırlar,
bir mum yakıp elimde kırmızım 
hazan mevsimini seyre dalarım.  




 


30 Mart 2022

Farz-ı Muhal



Sabah erkeni, hiçliğin ortasındaki yokluğunla taşıyor tavana asılı gözbebeğimin sol teki.
Ağlamak değil benimkisi, ölüme eş, biteviye bir sonsuzluk kaplıyor bedenimi,
Diğer gözüm alabildiğine donuk gri.
Her sabah aynı terane,
Cehennemimin kapısında ben sana mecburum diyen şair gibi sergüzeşt bir uyanış hali benimkisi.

Öğlen oluyor, anamın el dokuması kırmızı pötikareli pamuk yaygısının üzerinde
Bir çanak zeytinyağlı pırasa, sevdiğin gibi erikli,
Biraz tere, bahçeden,
Yanında keçi peyniri, Yaylacık'lı Ecir abiden.
Bir rakı koyuyorum tekten biraz fazla,
Sen geliyorsun aklıma.
Çatlak, küçük bir buz yandaki bardağın içine düşüyor bir anda, plof!
Can cana değmeden çekiyorum anason kokusunu ciğerimden içeri.
Yanıyor elbet, yanıyor ama ne fayda.
Cehennemimin kapısında ben sana mecburum diyen şair gibi bekliyorum gelişini her Eylül bu masada umarsızca.

Alaca karanlık çökünce topluyorum masayı.
İki budak bereli yaşı benle ceviz masanın üzerine uzanıyor sağ elim,
Hiç olmamışsın gibi, yaşayıp gittiğim bir güne daha çizik atıyorum, etti mi sana yedi ay yirmi üç çakı çiziği masanın sol tarafında, ustası Agop görse ağlar aylarca.

Kağıt kesiği parmak uçlarımla sana mektuplar yazıyorum, her gece,
Her gece, gece yarısını bir geçe.
Günlüğüme kan damlıyor ilk hecede.
Kıp kırmızı.
Geceyi kaplıyor bir anda, belli ki revanı unutulmuş başka bir zamanda.

Gecenin diğer yarısı yağmur oluyor düşüyor bakır çatıya, sağanağı unutulmuş iki gün önceki o kapkara şekilsiz bulutta.
Yağmur düştükçe çatıya, sesini sesime katıp şarkılar söylüyorum aksak segah makamında.
Günlüğüme kan damlıyor bir kez daha,
Ah geliyor yüreğimin derininden her bir damlada, bin ah oluyor duvarlara çarptıkça.

Masadaki iki öbek kan arasına bir çizgi çekip, buraya kadar diyorum.
Malumun ilanı, hiçliğinin ortasındaki yokluğum oluyor.
Yağmur canhıraş çırpınıyor çatıda.
Bir o yana bir bu yana düşüyor her bir damla, gölü unutulmuş başka bir kasabada.
Gecenin yarısı kan oluyor, revan artık kimin umurunda.

Fazr-ı misal sevmişsin sen de beni aslında.
Gidişinin üzerinden geçti tam tamına ikiyüzonüç gün, onsekiz dakika.
Bilir misin sabah ezanı hangi makamda, elde var bir ölü nafile duası okunmakta,
Tam toprağa değerken tenim, farz-ı muhal sen çıkıp gelmişsin mezarıma.

Ruhum canlanıverir bir anda, bir rakı daha koyarım masaya,
Duble seversin sen susuz, hicaz dinlersin yanında,
Münir Nurettin Selçuk çalarız fonda;
Gittin de bıraktın beni aylarca



18 Mart 2022

3 Uzun Cümlelik İtiraf







Seni sevdiğimi söylemiş miydim, seni yani, adını mesela, görmediğim şehrini, içinden sen geçen nehirleri, denizleri, yolları, sabahları uyandığında yanağını okşayan, o usul usul esen sabah rüzgârını, sen olan her yeri, o kafeyi mesela, meyhaneyi, içinden sen geçen şehirleri, sokakları, kadınları ve adamları, tren yolculuğunu, ortancalı bahçeyi, seni sevdiğimi söylemiş miydim, seni yani.

Seneler sonra öğrendim, içinden sen geçen kalbimi sevmeyi, şimdi ne zaman düşsen aklıma, kalbime sarılıp oradan bakıyorum hayata, öyle güzel ki yaşadığım şehir, sevmediğim yıllara şaşıyorum, adımı mesela, adımı seviyorum biliyor musun, dünyayı kucaklayasım geliyor duyduğum her seferinde, içimden geçiyor ne kadar nehir, deniz, yol varsa, gökyüzü doluyor içime, denizler taşıyor yüreğimden, sen oluyorum durup dururken, seviyorum yaşamayı hiç bıkmamış gibi o yokuşlardan.

Sabahları uyandığımda yanağımı tokatlayan o sert rüzgarlar ılık meltemlere bıraktı yerini, köşedeki kahveyi ve sokak arasında her daim çalgı çengiden sohbet bile edilemeyen o meyhaneyi, içinden geçtiğim tüm şehirleri, sokakları, adamları ve kadınları, balkondaki sardunyayı, limon otunu ve hercaiyi, susuz rakıyı, leblebiyi ve lakerdayı, anlayacağın seviyorum yaşamayı hiç gözyaşım gözyaşına değmemiş gibi.




Fotoğraf / Arşiv / Misi Köyü / 2018



 

26 Aralık 2021

Özlemek Taç Yapmaktır Aslında



Keşkelerden bir mümkün yaptım kendime, acabalardan bir dünya.

Seni bir nehir kenarına bıraktım, kendimi dağın başına.

Mümkünlerden kaybettim şu hayatta, galibalar acıttı canımı en çok.

Seni özlediğim sabahlara uyandım, öğlen rakısını bahane edip içli köfte yapıp sessizce ağladım.

Kozalaklar topladım, içinde anılar sakladım, 

senden sonra tek tek çıkarıp onları kavanozlarda sakladım. 

Komşular geldi, can fıstığı sanıp helvamı kavurdular, 

en sonunda karalar bağladı tencere bahtlı yüreğim, onu bile anlamadılar. 

Sana ait ne varsa gürül gürül çağlayan sulara bıraktım, tencereleri, kavanozları, tülleri.

Yelkenli oldular, rüzgar doldular. 

Gözyaşımı, uzak diyarlarda sevda türküsü belleyip ucuz pavyonlarda uvertür olarak çaldılar.  

Ben seninle olmazları başıma taç yaptım, yüreğime çan.

Şimdi vakitler ne zaman seni gösterse, uzak şehrin kilisesinden bir ses duyulur. 

Çandan öte, cana yakın kederli bir ses, sevenlerin burnunu sızlatır.  



Fotoğraf / Ocak 2020 / Darmstadt Gezisi




08 Aralık 2021

Sana Bir Özür Borçluyum



Yok olmuyor, misal bugün nasıl bir kararlılık, nasıl bir azim, nasıl bir odaklanma... 

Ne ararsan var, ama peri gene yok. 

Dün gece... 

İç ses: "sana bir özür borçluyum"

Bu cümle takıldı aklıma, buradan koşarım ben dedim, sabah oldu yürüyemedim bile.

Yazdım sildim, çizdim bozdum derken... Olmuyor dedim. Olmayacak belli. Bıraktım taslağa. 

Peri ile arama yollar, bayırlar, sıra sıra dağlar girmiş belli. Ferhat değilim ki aşayım dağları. 

Sonra dedim ki neden duracakmış, durmasın taslakta, yarım yamalak, eksik gedik ver yayına. 

Valla ara sıra söz dinliyorum, aferin kendime. Takdir, şayan, alkışlarla yaşıyorum. 

Şükür ki bu konuda kendime yetiyorum. 

Aferin kendim, bravo kalemim, helal olsun sana hüznüm. Ver coşkuyu deli yönüm. 


Sana bir özür borçluyum. 

Karadenizin hırçın dalgalarının sahile vurunca kumda bıraktığı izler misali, açtığım yaralarında biriken tuzlar için.

Sana bir özür borçluyum. 

Sabahları uyanıp da güneşin deniz üzerindeki dansını seyre dalıp, huzurlu başladığın güne, çalan telefonun acılığınca, gözyaşlarımdan öte bir şey söyleyemeden kapattığımda yağan yağmurlar için. 

Sana bir özür borçluyum.

Çam ağaçlarının gölgesinde okuduğun romanın bir satırında, aklına düştüğüm o ilk anda, gülümseyen parlak kahve karası gözlerinde, daha fazla kalamadığım için.

Sana bir özür borçluyum. 

Sımsıkı tuttuğun elimi, dikenli tellere çevirip de akan kanlarını görmezden geldiğim, o ellerini yanan ateşlerde kurutmanı uzaktan uzağa seyrettiğim için. 

Sana bir özür borçluyum. 

Söylediğin onca güzel sözü, yüreğinin sesini, en derin dehlizlerime gömüp, sessizliğe mahkum ettiğim halde, aklıma düştükçe, durup durup yüreğine dokunduğum için. 

Sana bir özür borçluyum. 

Sen severken, arsızlığımda boğulup, yılanın olduğum için. 

Sana bin özür borçluyum. Seni sevmeye geç kaldığım için.  


Fotoğraf / 2018 - Cennetimde bir gün daha


 


07 Eylül 2021

Gece Gece



Henüz masa boş.

Elde avuçta kalan ne varsa harmanlamışsın bir anda. Biraz aşk katmışsın biraz da umut, heyecanın bir titrek yaprak, ağacın en cılız dalında. 

Omuz başlarında dünün yoğunluğuna eklenen günün yorgunluğu, içe dönük durmaları hep bu yüzden. Sen ki yürürken incecik topuklarınla, dağlar eğilirdi karşında. 

Başın da sağa çekiyor sanki, nasıl çekmesin ki, binbir derdin kızıl kuyruklu tilkiler gibi, hem değmesin istiyorsun hem de birbirlerine sataşmasınlar. Olmayacağını biliyorsun. Nafile bir istemek hali seninki, içine içine konuşup, sessiz bir çığlık misali. 

O anlatıyor, sen dinliyorsun sükunetle ta ki o sihri bozan cümleye  kadar,  tüm yorgunluğuna rağmen, umutlusun da gecenin getireceklerinden. Belli mi olur, belki yağan yağmurda ıslanırsınız inceden. Hayal etmesi bile güzel. Öyle uzun zaman geçti ki üzerinden, sahi 2003 muydu? Belki 2013 yazı. Yanlış hatırlamıyorsan 2018 Temmuz ayıydı, Datça'da küçük sahil kasabasında, o sahilde, zamansız bir kopuş anıydı gerçeklerden.  Ne geceydi ama! Sahi kaç yıldız kaydı gökyüzündeki bulutsuz karanlıklardan. 

Ah zaman! Bazen ve sıklıkla acımasız bir makina gibisin. Pasın alınacak ki işleyesin. Harman ettin yılları, anları, anıları... 

Masa henüz boş. 

Bulutlar kararıyor, deli bir rüzgar... Kendinden önce uğultusu duyuluyor, sonrası tufan, sonrası yağmur, sonrası bir çakal sürüsü uğuldaması. Gece henüz zifiri karanlık değilken, korkuna sarılıp, biraz bekleyip, karanlığa bırakacağına neyin varsa, ayağa kalkıyorsun o heyecanla.

Döküldü mü taşların! 

Ah be kızım dedim ben sana, etek giyilmez puslu havalarda. 

Usulca topla masayı, sessizliğe as umutlarını, yorgun omuzlarına yep yeni bir yükü daha vurduğuna göre, söndür ışıkları, yat uykuya. 

Uyuyabilirsen yarın yeni bir gün. 

Uyanabilirsen kur sofrayı bir daha, unutma mutlulukla kahvaltının yakın bir ilişkisi vardır aslında. Şair yalancı olacak değil ya. 

Ah o şair, hangi masaydı o, boştu da üstelik. Masa da ne masaydı ama. Hıh! Zaman! Gene mi çıkıp geldin sen amansızca...

Ah be kızım aklın varsa dön yatağa, dal uykuya, uyan sabaha. 

Belli mi olur, yükün bir kuş olur, tilkiler kaçar yabana, sen gene özgür, sen gene mutlu, sen gene... 

Sahi... 

Sen? 

Sen var mıydın bundan önceki zamanlarda.




19 Mart 2021

İki Kadeh Rakı

 



Senle ben birbirine sırtını dayamış iki ev gibiyiz.
Farklıyız ve çok güzeliz.

Senle ben sevgilim !

Kusura bakma ağzımdan kaçtı kelimeler, 
dün akşamki iki kadeh rakıya ver.

Ne seninle ne sensiz geçen hırçın yıllar gibiyiz.

***

4, Mart, Mesudiye

06 Mart 2021

Cemre

 


Bazen yer eder ya bir öpüş,

İşte ben gamzeni böyle bir günde  sevdim.
Hüzün mevsiminde bir kedi,
Nasıl da bağırıyor

 "sev beni"

Usta bir yalnızlık işçisi,
ilmek ilmek dokuduğu depresyonuna bahane ediyor,
henüz toprağa düşmeyen cemreyi

Bazen yer eder ya bir bakış
İşte ben gözlerindeki yaşı böyle bir günde öptüm
Kediyi sevdim
Cemreyi bekledim
Toprağını avuçlayıp seni öte dünyalara yolcu ettim

Bazen yer eder ya...
Sen yüreğimi kendine yer ettin

 ve öylece gittin.

15 Eylül 2020

Öyle ya da Böyle



Sıradan bir günü unutulmaz bir anıya dönüştürmek mümkün

Mümkün durup dururken hüzünlenip beş dakika sonra kahkahalarla gülmek

Eline batınca gülün dikeni sövmek mümkün, aynı gülü çok sevmek de

Mümkün yani yaşamak öyle ya da böyle















16 Nisan 2018

Muktedir


Yakıp yıkan hoyrat bir sevgi seninki
                                                            Aman diletmeye muktedir.

Kuruyan bir dalın yalnızlığını düşündüm

Onca yeşeren ve filizlenen dalın arasındaki yalnızlığını

Sonra seni düşündüm.

Bendeki yalnızlığını

Dal gibiydin içimde

Zamansız kuruyup gidişine verebileceğim bir anlam bulamadım

Hayatı düşündüm sonra

Attığı tokatları ve benim yeniden ayağa kalkışlarımı

İçimdeki dala her tutunduğumda kırılışın cılız sesi çınladı kulaklarımda

Sen sandım ama

Aman dileyen yüreğimmiş

Çok geç anladım










12 Mart 2013

Bana Kendini Getir*

İstanbul Modern'i bir başka severim. Hoş ben İstanbul'un her yerini bir başka severim... Ama niye de ne bileyim işte, sanki orası bambaşka... Gözlerim parlar gitmeye yakın, söner içimde bir mum gitme vakti yaklaşırken. Daha dumanı tüterken bilirim, belki de bu yüzden hüznümü kısa tutar, ayrılık vakti gelmeden yeniden kavuşmanın ümidiyle elveda derim. 



Son gidişimden yüreğimde kalandır az sonra okuyacaklarınız:

Sözler olmasa o kadar şeyi anlatır mıydı bana diye de düşünmeden edemedim ama kelimelerin esere eserin kelimelere kattığının en güzel örneğiydi 19 bavul, 19 sandalye ve büyüteçler... Duvardaki şiiri son anda görmüştüm. Okudum... arkamda kalan 19 bavula, 19 sandalyeye ve büyüteçlere ve şiirin hemen yanı başında yer alan 19 maskeye bir kez daha baktım. Sonra şiiri bir kez daha okudum. Sonra bir kez daha baktım... arkamda kalan 19 bavula, 19 sandalyeye ve büyüteçlere ve şiirin hemen yanı başında yer alan 19 maskeye... Her birinin fısıltısını dinledim. Her birinin fısıltısına kendimce ses verdim. Sakinleştim... Zenginleştim... Bana  kendimi getir dedim... 

Şöyle söyledi mekan:
Beni ilk gördüğün zamanki heyecanlarını getir,
Her biri bir başka işinde sana yol olan.
Bana kendini getir.
Her bir parçanın dünyaya karışmış olanından geriye kalan.
Bana eski misafirlerimden bir parça getir,
Hani senin de şu çok sevdiğin,
Yan yana dizili 19 kişinin bize bakan yüzlerini taşıyan.
Kurimbu köylülerinin yekpare ağaca yonttuğu,
Her birinin hikayesi uzaklara boş bir bavul asılı kalmış olan.
Bana 19 bavul getir,
Her biri başka birinin belleğini saklayan.
Bana kaybolduğum bütün anları getir,
Merceklerden bakıp zamanın izlerini süreceğin.
Bana eski sandalyelerimi geri getir,
Her biriyle başka bir belleği kavuşturacak olan.
Bana Rumi'nin şiirini getir.
"Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güze" diye başlayan,
"Ne kadar öz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek  lazım" diye biten.
Bana insanlar getir,
Her biri geldiği yerin tesellemecisi olan.
Bana hayallerini getir,
Yaşarken beni baştan ayağa sen yapan.
Bana kendi belleğimi getir,
Hasretle karşılaşmayı beklediğim.
Bana her şeyi getir,
Her biri bir başka şeyin her şeyi olan.
Handan Börüteçene
Paris, 2008



Eser fotoğrafı / buradan

10 Mart 2011

Ölmek mi Gerek?



yazmak için oturduğum her seferinde,
nedendir kazımak seni tenimden.
biraz maviye ihtiyacım vardı bugün
ve az biraz turuncuya.
sen istersen umut de buna...

yazmak istediğim her seferde,
neyin nesidir seni kazımak yüreğimden.
bir kuşun kelebeksi değil diye kanadı,
kırılmaz mı sanıyorum ne...
ah! nedir kendini bu denli kandırmaca...
insan gün geliyor, Tanrı benim sanıyor...
sadece bana ait.

gülüyorsun değil mi...
gül tabi.
her yaranın altından çıkan ben olsam 
kahkahalar atardım
ama sen çıkıyorsun,
ve kanıyorsun.
tenim acıyor,
yüreğim ondan daha çok.
sen acı eşiğim sınırsız mı sanıyorsun?

ah! ne büyük yenilgi benimki...
Tanrım! ne büyük bir yenilgi benimkisi
senin varlığın karşısında...

biraz maviye ihtiyacım vardı bugün
ve az biraz turuncuya,
sen istersen buna tuz basmak de yaraya...

evet sevgilim, 
evet!
yazmak için oturdum,
evet sevgilim,
evet!
yine yaralarımı kazıdım,
evet sevgilim,
evet!
artık çok yorgunum.

bir kez daha bir şiiri 
şairi gibi yazamadan
 yarım bırakıp gidiyorum...
biraz mavi 
az biraz turuncu 
ve çokça tuz bulmak için yarama
huzur(un)dan ayrılıyorum

Tanrı varsa!

eğer bensem!

eğer benimse!

eğer birse!

senden geçerek
ona varmaya gidiyorum...

eğer değilse sevgilim
evet! eğer değilse...
bir mum yak kilisenin birinde 
sen inandığın Tanrına
beni yanına aldı diye dua et
ve bir camiye git sonra koşa koşa 
ve bir namaz kıl sadece iki rekat olsun
ve dua etmeyi unutma

şükret ona sevgilim,
beni yanına aldı diye...
ve herkese söyle
sevgili kuluymuş de
ve ağla ardımdan
nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa
bildiğiniz gibiydi de
bir de hep, iyi ki derdi de.
iyi ki;
 aldın onu yanına,
derken
gülümsemeyi unutma!





01 Ocak 2011

Yola Tutunmak




buradan bir YOL var bana doğru...

oradaki ben umutlu,

burada kalanda hep bir hüzün kokusu.

her zaman güneş doğar,

bir düşün;

umuttan doğan daha parlak olmaz mı...
 
umuda yolculuk benimkisi,
 
bir kaç satır önce temize çektim geçmişimi,

bir sırt çantasına yükledim yüreğimi,

gidiyorum dediğimde gitmesini öğrenmek kaldı geriye.
 
onu da öğrendim mi,
 
sen uzaktan seyreyle...
 
bir el salla bana,
 
uzaktan!
 
sol elin olsun havada,
 
ve sağ elini sık içine,
 
yumruğun olsun gücün,
 
tutunduğun bir yumruktur çünkü geriye kalan,
 
biri senden gittiğinde.
 
oysa o seni de götürür gittiği yere.
 
seni, onu ve yüreğine değen ne varsa.
 
bir yumruktur onun da tutuntuğu
 
sol eli gözyaşını silerken...
 

26 Ekim 2010

D/okunduğunda Sızlar Kelimelerim



Gelişine...

Dokundun yüreğime yıllar öncesinin özlemiyle
Parmak uçlarımda uçuşan kelebeklerse aşk
Ve saç diplerimde gezinen bir acabaysa eğer
Aşktı sana hissettiğim

Romanlar okurdum dilini bile bilmediğim
Trenler geçerdi içinden
Çitlerin ardında kömür kokusu
Beyaz sıvalı kerpiç evin penceresinden bakar
Her yıldız gördüğümde ölesiye mutlu ağlardım
Yüzümde turuncu bir gülümseme
Gözümde mor bir inci tanesi
Dokundukça parmak uçların
Kapıları çarpardı yüreğimin
Bir yüreğim olduğunu
Öptüğünde anladım


Gidişine...

Sebepsiz ve sözsüz kalınca elimde bitmemiş bir hikâye gibi hayallerim
Çok dokundu yüreğime gidişin
Yıllar öncesinden parmak uçlarımda kalan sızıydı ardından hissettiğim
Ve o gideşe yüklenen bir nedendi, saç diplerimdeki tanımsız ağrı

Ağrıma dokunma demiştim
Ağrıma dokunma!
Ağrıma gitti sözümü dinlemeyişin
Bir istasyonda içtiğim çorbanın acısıyla yansa da yüreğin
Bir daha o trene binmeyeceğim






.

29 Eylül 2010

Yağmur Yağıyor



Yağmur yağıyor.
Yapacak çok da birşey yok,
bulutlar geçene kadar yağacak.
Sonra...
Sonra yine güneş açacak.
Zaten uzun zamandır dolaşan kara kara bulutlar,
gri sabahlar,
uzun ve sessiz geceler habercisi değil miydi,
yüreğinin yağacağının.

İşte artık yağıyor,
yapacak çok da birşey yok:
Bir fincan kahve al eline,
kokusunu çek içine
yaşadığın onca güzellliğin seni büyüten yanını sev
ve bir gün usulca onun yanağından öpeceğin
o özlem dolu yürek yanmasını bekle.

Öp sonra doya doya,
Kucakla onu ilk hasretinle, bak gözlerine.
Bakışlarının koyu kahvesinde yitip giderken
korkuna yenik düştüğün o gece gelince aklına
yüreğinin neden yandığını daha iyi anlayacaksın, şaşırma.
Anladığında daha da çok yağacak yağmur, aldırma.
Islan ıslanabildiğin kadar,
dinecek  yağmur, unutma.

Gök, daha uzun süre gri kalacak
daha da koyulaşacak griliği
kararacak yüzü, korkma. 

Sanacaksın ki bir daha güneş doğmayacak
ama doğacak, sen kendine aldanma.
Yaşamanın kanunu bu.
Yüreğin işi gibi...
Sever,
kırılır,
büyür.
Daha çok sever,
daha çok kırılır,
daha çok büyür.

Güneş açar
unutursun son baharı
ilk baharı unuttuğun gibi...

Yüzün güler,
unutursun karanlığı
unutursun göz yaşlarını
unutursun her birini
kırıkların gibi...

Sanırsın ki, yaşıyorsun yeniden.
İlk defa gibi nefes alırsın,
derinden ve hevesli,
daha yutamadan,
acır yüreğinde bir yer.

Sonra geçer,
sonra sever,
sonra kırılır,
sonra büyür.

Sen de bilirsin:
sonrası yoktur öncesi olmadığı gibi
sen varsındır şimdide
bir tek sen

Ne öncen vardır ne sonran
şimdide ağlayan bir tek sen olduğu gibi...

Bir sen
bir de sana ağlayan ben.

Hadi,
yağ şimdi.

Yağıyor,
yağacak.
Yapacak çok da birşey yok gibi...





Fotoğraf

28 Eylül 2010

Yüreğim Sen/indir




bazen kocamandır yürek,
içine girip çıkmak istemezsiniz...
bazen öylesine kocamandır ki yürek,
içinde kaybolup yitmek istemezsiniz...

yürek işi benzemez akıl işine
kalsan da kırılır
gitsen de


hangisi kocamansa
 iz onda kalır
ayna diğerinde
kor birinde
sızı öbüründe

hangisi kocamandır
söylesene
alev alev yanıp izlerini gözyaşıyla silen mi
sızım sızım sızlayıp aynada kendi aksini seyreden mi
hangi yürek daha kocamandır söylesene

söylesene
hangisi daha çabuk soğur yangınından sonra
hangi biri
söylesene 

 ya da
sus söyleme
yüreğim sen/indir
bilir yüreğine değince









21 Eylül 2010

AŞK Tamlaması




Bedenimin dili vardı.
Tüylerimin ürpertisi...

Gözlerimin feri vardı.
Burnumun sızısı...


Dilerim...
Sen ol yüreğimin kıpırtısı.






Not: Tamlayan mı Tamlanan mıdır AŞK, diye sormuştum bu şiirin tadı kalan yazımı ilk yayınladığımda. Bugün bir kez daha okurken fark ettim ki, bir soruya değil de bir ada ihtiyacı vardı. Aşk Tamlaması koydum adını.  (YN - 22.09.2010)

12 Eylül 2010

Fotoğrafın Fısıltısı / Tütmek





gecenin koyu mavisinde
sabahını bekleyen 
 hüzün kanatlı albatros
bir rüzgara kaptırmış yüreğini
uçuyor da uçuyor

ah!
kanat çırpan
çırpınan
rüzgarını buldu mu süzülen
yere göğe sığdıramadığım
aşk!

gece gece
aklıma düştün
yüreğime gerçek














17 Temmuz 2010

Çalan Melodi / ...





Griye çalan gökyüzü
Metala çalan bir ağız tadı
Hüzne çalan bir yürek
Çıkan melodi,
İç burkan cinsten
Uzun soluklu dinlemelere imkan vermeyen

Tıka kulaklarını
Görme
Kapa gözlerni
İşitme

Sadece bak
Bak yüreğimden geçenlere
Görmesen de
Belki yüreğin anlar
Yüreğimi sebepsizce

Sevmek
Görmeden
İşitmeden
Dokunmadan

Sevmek
Çığlık çığlığa
Bugünlerde

__________________________________
Fotoğraf/deviantART
İlk Yayın Tarihi: Ocak 2010