11 Haziran 2010

Fotoğrafın Fısıltısı / Sıkışmak



sen bir insan olsan
bir çıkış yolun da olmasa
yani sıkışıp kalsan,
yalanların, savaşların, ölümlerin arasında
sırf nefes alıbiliyorsun diye derin derin
mutlu olabilir misin
söyle bana



10 Haziran 2010

Aşk ve Sürgün

266/365, © Okan Akan



Seninle bir sahil kasabasının yağmurlarında ıslandık biz
Sandık ki güneş hiç göstermeyecek yüzünü
Öylesine lacivertti deniz, koyu ve sonsuz
Ve öylesine griydi gökyüzü, pürüzsüz ve derin
 
Şimdi kuruyorsa üstümüz başımız
Ve yüreğimiz
Ve hatta sevgimiz kuruyorsa, güneşin altında
Güneşin bir suçu yok sevgilim
Biz aşkı,
Büyüyen bir çam ağacının sürgünlerine yükledik
Uçuk yeşildi rengi
Ve güçlüydü kökleri
Yağmurlarla geldi
Yağmurlarla gidiyor şimdi
 
 

08 Haziran 2010

Özlemeye Dair

Sana dair birşeyler yazmak istedim, seni özlediğime dair. Onlarca kelime üşüştü beynime, bir o kadarı uçup gitti dilimin ucundan. Aklımın kıvrımlarını zorladım, raflarına baktım teker teker anıların, hislerime dair birşey yazabilmek için... Arşivlerimi karıştırdım ve not kağıtlarıma baktım, hani çalakalem yazılmış belki bir iki satır bulabilirim sana dair diye. Hislerime dair bir şey yazmak istedim bu sabah ve aklım, çıkarıp koydu önüme, benden önce kurulmuştu cümleler ve benden daha güzel anlatabilirlerdi belki sana hislerimi diye, onları yazmaya karar verdim buraya. Hani okursan sevgili, belki anlarsın sana dair neler hissettiğimi... 

Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin

Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen

Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin

Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen

Şiir Oruç Aruoba'dan: Özlediğin Gidip Göremediğindir diyor şair... Yağmur yağıyor günlerdir, yollar kapalı, İstanbul'da okullar da... Ne zaman yenik düştük biz yağmura... Ne zaman kapandı yollar... 'Özlediğin gidip göremediğindir' diyor şair, ve ekliyor 'gene de, istemen', yağmura rağmen...

Ahmet Telli çalıyor o sırada kapımı, 'özletiyor bu çılgın sağanak seni, sırılsıklam özletiyor biliyor musun' diyor.  Yağmur yağıyor, aklım hep sende, zaten hiç çıkmıyorsun ki... Yağmasa da yağmur, aklım hep sende, yüreğim de öyle. Bir kuş çırpınışına yüklüyorum sevdamı, çırpıyor kanatlarını, çırpıyor ama uçamıyor, bilmiyorum niye, yağmur sağanak, bir saçak altına saklamışım yüreğimi, belki de ondandır cesaretlenip uçamayışım göklere, tir tir titriyor serçe bedenim, tir tir titriyor, ya yağmurlar hiç durmazsa diye. Cemal Süreya aralıyor kapımı,

Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların
Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım.

Can Baba, dolgun sesiyle bağırıyor karşı masadan,

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Bildik bütün dizeler dökülüyor birer birer, ne çaresiz bir sesleniş benimkisi, hani yetmiyor kelimeler, şairinde dediği gibi, kifayetsiz yani... Bak ne diyor Edip, 'dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti, sonra bütün bulutlar hep birden geçti, anılar, anılar belki hepsi bir kelime.' Yağmur! Yağmur yağıyor. Yağmur hiç durmadı sen gittiğinden beri ve ben tek kelimeyle, özledim, seni.





















Fotoğraf / rain rain rain

05 Haziran 2010

Tembel Cumartesi




cafe del mar-volume 9-11- trio mafu


Uzun zamandır ilk defa bir cumartesi çalışmıyorum, yapılacak işler listem boş ve ben sadece tembellik yapıp, öylece ayaklarımı uzatıp, belki bir film izleyip, çokça kitap okuyup, biraz gazeteleri karıştırıp, az biraz bloglara bakıp, öylece, tembel tembel bir cumartesi geçirecektim sözün ona... O kim? İnanın bilmiyorum... Sözümona, sözde yani, bir fentâzi (okunduğu gibi yazılır), bir güya hali...  Sözde kalışını şu saate kadar bizzat yaşayarak öğrendim.  (Saat 12 sularında yazılmaya başlandı da bu yazı...)

Sabah deliler öptü beni, gene her sabahki gibi; saat 6 ve benim gözler ferfecir. Dedim ki kendime, ulan kadın uyusana, ne işin var sabahın köründe. İşte o ölümcül soru ve aklıma o anda üşüşen düşünceler:

  • Annenin evinde çiçekler sulanacak. Görev başarı ile tamamlandı ama balkon kapısı açık mı unutuldu kuruntusu giderilsin diye, yarın bir daha eve uğranacak.

  • Pazara çıkılacak. Pazara çıkıldı, meyve ve salata alındı, özenildiği için enginar ve barbunya alındı, bir de şimdi onlar pişirilecek iyi mi?

  • Çerçeveciye fotoğraflar verilecek. Verilmedi, ve sanırım bir süre daha verilemeyecek.

  • Market alışverişi yapılacak. Yapıldı, yapılmasına ama liste evde unutulduğundan bir kere daha çıkılacak. Ha bu arada unutmadan, listedekilerden sadece birini alıp, elimde 5 torba eve dönüşümün mantıklı bir açıklamasın yapacak biri aranmaktadır, bilginize.

  • Renkliler yıkanacak. Yıkandı, asıldı, kurudular, toplandılar. Ütü için sıraya konuldular, lar ekinden de anlaşılacağı üzere pek çoklar...

  •  Beyazlar ütülenecek. Lazım oldukça ütülenme fikirlerine giderek ısınıyorum, nasıl olsa haftaya Ayşe geliyor.

  • Eczaneye uğranılacak ve ilaçlar alınacak. Uğranıldı, reçete unutulduğu için ilaçlar alındı, reçete için bir kere daha uğranılacak.

  • Balkonlar yıkanacak ki arka balkona çamaşırları asasın, ön balkonda oturup keyif yapasın. Günün en keyifli, en ıslak ve serin anlarıydı, gene olsa gene yaparım.

  • Kendi evinin çiçekleri çeşme suyuyla ve annenin orkidesi içme suyu ile sulunacak. Bol bol sulandı, sonra da yağmur yağdı.

  • Yardımcı aranacak, hem kendi evin hem de annenin evi için günler programlanacak. Bu konuda üstüme yok doğrusu.

  • Dün akşam, günbatımını ve gölün uykusunu çekemediğin için bugün bir posta daha hayıflanılacak. Bu konuda sayfalarca hayıflanabilirim, kendime çok kızdım çünkü. Öyle güzeldi ki... Gene gidilecek, bu sefer sevgili ile elde soğuk biralar, kulaklarda nağmeler, gün batırılıp, fotoğraflar çekilecek. Kim elini çabuk tutarsa o; akıp giden zamanda anı edebileştirecek.
Neyse ki öğlene kadar bütün işlerimi bitirdim de, tembellik edecek zamanı da kendime ayırmış oldum. Gazetelerde haberler malum, hızla değişen gündemi takip edebilen var mı bilmiyorum ama gazeteciler bile bu anlamda beter durumdalar, hayır tam yazılarını yayına hazırlıyorlar, pat! gündem değişiyor ve işin kötü yanı bir de 'eskiyor' yazı, bir gün içinde. Hatta neredeyse saatle ölçülür oldu gündem artık. (Bu konuda genç kalemlerden mussano'nun şu yazına bir göz atın derim. Analizler doğru, saptamalar yerinde...)

Bloglarda dolaşırken fark ettim ki, 'yeterki belden aşağı olsun herşey satar' klişesi hala çalışıyor. Şu yazımı hatırlatmak istedim size de. Ve altına düştüğüm açıklamayı da bir kez daha taşımak istedim buraya.


sevgili dostlar;

kabul etmek gerekiyor ki; başlık sattırıyor... başlık kadın olunca satışlar iki katı; seks, sevişme gibi mahreme kaçan kelimelerle süslenince neredeyse 10 katına çıkabiliyor... hal böyle olunca az önceki sevişmemin :) rüzgarı bugün kü ziyaretlerimi de olumlu yönde etkiliyor... istatistiksel olaraksa sonuçlar şöyle;

bugüne kadar ki tekil ziyaretçi ortalaması 94, sayfa dolaşım toplamındaki tıklanma sayısı 238...

ve dünkü sonuçlar...

tekil ziyaretçi sayısı 786, sayfa tıklanma sayısı 1250...

az önce seviştim de linkini verdiğim öyküme de nezaketen buraya kadar geldik bir göz atalım diyen sayısı; sıkı durun sadece 28 :)))

bu durumda derdimiz çok satmaksa yapacak bir şey yok, tarzımızı değiştireceğiz... ya da bildiğimiz yoldan vazgeçmeyecek ve içimizden geldiği gibi yazacağız ve azla yetineceğiz ne de olsa ne demişler: önemli olan ulaşmak istediğin hedef kitle ve ben kelimelerle sevişen ve yan komşunun sadece kelimelerini merak eden dostlarımla mutlu mesut yazın hayatıma devam edeyim diyorum...

hepinize sevgiler...
Bloglarda gezintim bitince, L koltuğuma uzanıp, Brida'yı okumaya devam ettim. Bitmek üzere... Paulo Coelho'nun kitaplarından en çok; Zahir ve Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım etkilemiştir beni. Bu kitabını okumayı düşününler olursa diye, kitap arkasından bir alıntıyı iliştirivereyim, bir parmak bal niyetine...
"Ruh-eşimi nasıl tanıyacağım?"
Wicca Brida'ya "riske girerek" dedi.
"Başarısızlık, hayal kırıklığı risklerini göze alacaksın, ama aşk arayışından hiç vazgeçmeyeceksin. Arayışına devam ettiğin sürece sonunda zafere ulaşacaksın."
Kitabıma ara verdiğimde, televizyon kanallarında dolaşıyordum ve film kanallarından birinde izlemediğim 1993 yapımı bir filme denk geldim, Kalifornia.  Film; katil kimdir sorusuna cevap arayan bir yol filmi aslında. Zaman zaman temposu düşse de, belli klişelerle donatılmış olsa da, belki de izlediğim zamanlamayla da alakalı hani güncel siyasetin içinde, katil, suçlu kavramları da kafamızın içini bu kadar işgal ederken, iyi bir seyirlik oldu benim için diyebilirim.

Filmin bitişinden bir beş dakika sonra tembellik modundan uyku moduna geçmek üzere olan bedenim, kapının ısrarlı, kararlı ve azimle çalınışına daha fazla direnemedi. Gelenler; Körler Derneğinden dergi satışı yapan iki kadındı. Onlara; bu tür kapıdan yardımlara sıcak bakmadığımı, inandığım ve bildiğim derneklere zaten yardım ettiğimi belirten cümlemi kurmuştum ki, bitmeden, arkalarını dönüp gitmeleri, bende bir güvensizlik yarattı ama balkonlara çıkıp da ne halt ediyorlar diye bakacak mecalimi, az önce uzandığım koltukta bıraktığımdan, çabalamadım ve hayatı kendi akışına bıraktım. Zaten oldum olası, şu kapıdan satış, bağış ve benzeri girişimlere mesafeli durmuşumdur.

Salona döndüm, gördüğüm rüyaya - yok o henüz rüya değildi, ama rüya zemini için güzel bir hayaldi - sonunu kaçırmadan ulaşayım istediğimden, hiç de üşenmeden uzanıverdim koltuğuma, açtım bir en yumuşağından jazz, nasıl da gidiyorum yavaş yavaş... Derken, kapı gene çaldı. Arkadaş, toplandınız da bütün mahalle Evren'e uyku yok eylemi mi yapıyorsunuz. Neyse, kalktım tabi gene, su tanıtıcısı... İstemem kardeşim, ben suyumdan memnunum, dedim mi demedim mi, pek emin değilim ama kapıyı açmamla kapatmamın bir an meselesi olduğunu anımsıyorum.

Kaçan uykumu kovalayan kuzular baktım çitlerden çokkkk uzaklaşmışlar, bari dedim kek yapayım. Bu nasıl bir ikame duygusudur, anlayan beri gelsin. Günlerdir aklımda havuçlu kek. Hazır vakit varken, aldım elime tarifi, girdim mutfağa. Yaklaşık bir saat sonra yapacağım balkon keyfine, havuçlu kekim hazır, hazır olmasına da, yağmur ha yağdı ha yağacak ve ben temizlediğim bal dök yala balkonum, pişmeye beş kala  kekim ve demlenmeye iki durak var çayımla, kalacağım gibi ortada. İnadım inat masayı iyice yaklaştırıyorum balkon camlarına ve yağmura karşı keyfimi katlıyorum, mis gibi havuçlu kekim, bergamut kokulu çayım ve hüzün efektli havamla...

Gün güzel, alabildiğine tembel geçti, 
az sonra açacağım buz gibi bira,
 yağmur sonrası sokak ve çimen kokusu
 ve mumlarım ve müziğimin ahengi ile
daha da tembelleşeceğim. 

Pazar İçin Mesaj İçerikli Dilek!

İnsanoğluyuz, hepimiz risklerimizi, inandığımız doğrular uğruna alıyoruz.
Kimimiz aşka inanıyoruz, kimimiz sevdaya.
Kimimiz müslümanız, kimimiz hristiyan.
Kimimiz yoksuluz, kimimiz fakir.
Kimimiz afrikalıyız, kimimiz amerikan.
Kimimiz karayız, kimimiz beyaz.
Kimimiz Çince konuşuyoruz, kimimiz unutulmaya yüz tutan bir dilde.
Hepimiz insan olduğumuz gerçeğini unutmadan yaşayabilsek keşke.
Yani ölünce, sonuçta bir avuç toprak, ya da kül olacağız değil mi?
Eğer biraz şanslıysak, belki yepyeni bir hayat olacağız biririn gözlerinde, ciğerinde, ya da yüreğinde...
İyi pazarlar dilerim hepinize,
Sevgiyle...



Fotoğraf / LayZ's

04 Haziran 2010

Kuyruklu Bir Yıldızın Peşine Takıldı Aşk




Yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken, bir kuyrukluyıldıza çarpmaktır aşk.
Söylendikçe bizim olan bir şarkıdır. Tene dağılan mıknatıstır, isteğin masalıdır.
Uzun bacaklı bir yaban hayvanıdır aşk. En derin kuyumuza düşen kemandır.
Dikey bir şiirdir bütün kuşları aynı anda havalandıran.
Aşk, yasemin kokan bahçeleri ve ateşböceklerini bir arada anımsamaktır.

Çocuk Kalmışlar Derneği'ne üyedir aşk. Kente kanadı kırık melekler yağdırır.
Aşk, ilkyardım çantası olmak, dalgakıran olmaktır.
Kırık camlara sevdiğinin adını yazmaktır iki kişinin bildiği bir dilde.
Aşk, sevenlerin yüzlerinde tahtlar devirir, saraylar yıkar.
Bilgisayarları eritir, oyuncak mağazaları için soygun planları yapar.
Aşk, Öpüşen Çiftleri Alkışlama Ekipleri kurdurur sevilenlere.
O, uzun saçlı bir yıldızdır, yüreğin içinde taranır.

Bilimle açıklanamaz aşk, şiirle açıklanabilir ancak...


Akgün Akova, Aşk ve Kuyrukluyıldız kitabının  arka kapak yazısıdır.
Fotoğraf

03 Haziran 2010

Bütün İş Yürekte



Demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı geride kalanlara...
Yıllar var ki ter içinde
Taşıdım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına...
3 haziran 63'ü...
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor
der; Hasan Hüseyin Korkmazgil, şairin ardından...





TAHİR İLE ZÜHRE
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
yani yürekte

Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbuna keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet Ran ( 1902 - 1963 )


Küçücük bir çocuktum ilk duyduğumda mısralarını. Pazar mıydı ayrımına varamam ama babamla parktaydık. Güneşli bir gündü. Babam gökyüzüne baktı. "Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar" dedi. İçime işledi. Ne zaman bir sevda yaksa yüreğimi babamın sesi gelir kulağıma ve seslenir bana Nazım'ın yüreğinden:

"Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte,
yani yürekte..."



Ve 2010 yılında hâlâ...

Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne ve kapkara haykıran puntolarla
Bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 66 santimetre karede gülüyor,
ağzı kulaklarında Amerikan Amirali 
Ameirka, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiziyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ"

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, yurt severseniz
ben  yurt haniyim, ben vatan hayiniyim.
Vatan çiftliklerinizde,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın
Fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
Vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödenekleriniz, maaşlarınızsa vatan,
Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
Ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
"Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor, hâlâ!" 



01 Haziran 2010

UZAK / LIK



Uzaklar
Yakınlaştıkça
Uzaklaşıyor

Derinlerde saklı
İroniye gülebilen var mı?