04 Kasım 2010

Yara Bandı




Bir yürek kırar bir yüreği bir gece vakti,
Bir yürek sarar bir yüreği bir gece vaktini bir geçe.
İkisi de yürekse, değişen ne?

Sözdür ağızdan çıkan
Nasıl söylendiğidir,
Ne zaman ve neden söylendiği kadar önemlidir.

Yazmak bir dışa vurumdur,
Yazmamak içindekini dışa vuramamak.

İçinde tutarsan
Patlarsın
Parça tesirli kelimelerini yüreğimden uzak tut.









Görsel

03 Kasım 2010

Koşmak Hece Hece

Akşam iş çıkışı eve geldiğimde yorgundum ama gene de bindim o koşu bandının tepesine. Nasıl da rutin ve sıkıcı bir haldir üstünde olmak bazen. Televizyonu açtım, ilgimi çekecek bir program bulup seçtim ama çok geçmeden de anladım, yaklaşık kırk dakika sürecek olan 3,5 kmlik yolum bu gece uzun gelecekti bana. Zaman geçecek gibi değildi. Kendi kendime bir şarkı tutturdum. Ellerim havada yağmurlar yağdırdım üzerime. Öyle keyifli öyle sıradan olmayan bir andı ki, içimdeki çocuk koşmaya başladı rayların üzerinde: hayalleri bir sahil şeridi boyunca uzun, bir gün batımı kadar turuncuydu yüreğinde.



Akşam yemeği uydurdum oldu lokantası gururla sunar mutfağından ustanın özenle pişirdiği ve ısrarla önerdiğiydi, mecbur kaldım mideye indirmeye, istemeye istemeye. Kanmadı midem sebzeye, tutturdu tatlı isterim diye, kırk yıllık midemi kıracak değilim ya, uyduruverdim cevizden, baldan, muzdan bir bomba, atıverdim bir lokmada ağzıma.

Evin sesizliği bırakınca kendini mumların fısıldaşmasına, bir yazı çıkacak gibi geldi bana... İçimdeki ses, hayat böyledir, dedi. Nasıldır, dedim. Başladı yazmaya elim, bir türlü sözümü dinletemedim. O istedi ben yazdım, kelimelerimi bu gece okyanusa bıraktım.

Bazen hiç yüzünü görmediğiniz arkadaşlarınızla oyunlar oynar, o tatlı rekabetin sizi gülümsetmesine izin verirsiniz.

Bazen üzüntüsünün nedenlerini dinlemeye gerek duymadan o cam kenarında oturmuş ağlıyor diye yani sadece yüreği acıdı diye, ağlarsınız onunla aynı şarkıyı ağlaya ağlaya.

Bazen yüreğini bildiğiniz bir dostun özlemi ile düşünürsünüz geçmişi ve onun da zaman zaman yüreğine düştüğünüzü bilerek, yürekten yüreğe bir selam edersiniz kilometrelerce uzaktan. O selamı alıp, yüreğine koyacağını bilirsiniz de ondan.

Bazen eski bir sevgiliye tuttuğunuz bir şarkıda, susar kuşlar, siz sessizliğinde gecenin, hüzün denizlerinde yüzersiniz çıtınız bile çıkmadan, sızan gözyaşlarınıza aldırmadan.

Bazen yalnız bir gecede, o kadar da yalnız olmadığınızı bilirsiniz içten içe, hissedersiniz, uzakta bir yerde sizin için atan yüreğin aklına düşüverdiğinizi sıradan bir akşamın rakı sofrasında, asılı kalan bir gülüşte. Asarsınız gülüşünüzü siz de yüreğinize.

Bazen bir mesajdır, sadece sesini bildiğinizden, kelimeleriyle yıkar sizi, yıkar da geçer içinizdekileri, pürü pak olursunuz uyumadan hemen önce, yumarsınız gözlerinizi türlü çeşit hayale. Bir imza görürünüz hayal meyal, Evren'e yazıyordur üzerinde.

Bazen hayat böyledir işte. Siz kendinizlesinizdir ve farkına vardıkça yapayalnız olmadığınızı, ışıkları silik sokağa bakar, gülümsersiniz. Camda kalan buğudadır gizliniz saklınız. Kimsecikler görmesin diye, polar montunuzun kol ağzı ile silersiniz canınızı. Canınız acımaz sanırsınız böylece.

hayat bazen
tutup da bilmediğin
koşup da gitmediğin
görüp de sevmediğin

hayat bazen
içinde hissetmediğin
dışında kalıp da ürktüğün

hayat bazen
portakal
bazen mavi
bazen de rengini hiç bilmediğin

hayat bazen
küsüp de diyemediğin
sevip de doyamadığın
alıp da koklayamadığın

hayat bazen
hayat mı bu dediğin
bazen onu bile demeye yetemediğin

hayat bazen
dönüp de baktığında gördüğün
yürüyüp gittiğinde varamadığın
durup düşündüğünde içinden çıkamadığın

hayat bazen
ne sen
ne senin

hayat bazen
camdaki buğu
elinin tersi ile ittiğin



Konsantrasyon



Bu oyunu dün akşam tesadüfen bir blogta buldum.
Dün akşam bir iki kere oynayıp 17.381 skor ile uyudum ve oyunu unuttum. 
Az önce bir yorum geldi. 20 saniyeyi gördüğünü söylüyordu.
Oyun aklıma düşünce, e yapacak da iş kalmayınca dur bir deneyeyim dedim.
Kendi rekorumu kırıp 21 saniyenin üzerini gördüm.
Benim heyecanlarıma kapılan arkadaşlara da bulaştırdım. Şu saat itibarıyla rekor bende :)




21.02 itibarıyla skorumu yeniledim de haberdar edeyim istedim :)


02 Kasım 2010

Kendim(l)e Gülmek


En çok ne zaman gülersin kendine?
Yalnızken kendimle konuşmalarımı biri duysa diye düşündüğüm anda.
En çok ne zaman ağlarsın peki?
Kendime gülüp geçmem gerektiği zamanlarda.
Kendinle nedir ki derdin?
Kendimi sevmeyi öğrenmek zamanımı aldı. Bir de hayallerime sahip çıkmak. Bak söylemeyi unutuyordum, bir de acıyı da hak ettiği kadar yaşamayı  öğrendim ben. Acıyla yoğrulmuş bir kalbe ne iyi gelir bilir misin? Sevilmek. Tek ilacıdır. Büyürken sanıyordum ki sevgi karşıdan gelendir. Büyüdükçe çocuk kalan yanımla anladım ki, aslında içindedir. Karşıdan gelen nedir dersen, içinden yansıyandır derim.
Yansıma bir yanılsamaysa eğer?
Sevilmek içten dışa bir eylemdir. Sevmek dıştan içe. Bunu fark ettiğin gün, narsist bir yaklaşımla yansımana aşık olursun. Aşk kendine hissettiğindir. Hayal kırıklığı kendinedir. Acısı yüreğinde yer edendir.
Aşka iki kişi gerekmez öyle mi?
Aşkla ayna tutanı ne yapacağız peki? Aşk iki kişiliktir. Yankılanmıyorsa bir duygun, yani bir duvara çarpıp dönemiyorsa nasıl anlayacaksın ki, büyüklüğünü yüreğinin, yüreğindekinin... Bu sadece aşk için de geçerli değil üstelik. Yaşamak en az iki kişi ister kendine. Ayna tutanın olacak ki, yüreğindeki AŞKı görebilesin kendi kendine.
Aynada gördüğün?
Ellerim, gözlerim, gülümsemem bir de yüreğimdeki AŞK...

01 Kasım 2010

Sana, Ona, Kendime



Bazen mektuplar yazıyorum sana, ona, kendime.

Bazen o mektupları okuyorum yüksek sesle, sana, ona, en çok da kendime. Gönderilmemiş mektuplarım var ve gönderilememiş ve gönderilemeyecek olanlar... Bir yerlerde birikiyor duygularım, yüreğimin içinde mesela ve hatta gözbebeklerimde. Çıktılar sanıyorum yazınca, ya da ağlayınca akıp gittiler sanıyorum. Kurduğum barajların kapakları kapalı, farkına bile varmıyorum. Birikiyorlar bir yerlerde kelimelerim üste üste. Birikip birikip taşıyorlar olur olmadık zamanlarda, olur olmadık insanlar içinde kabarıyor duygularım, biriken gözyaşlarıma izin veriyorum. Utanır oldum kaç zamandır sebepsizmiş gibi gözüken ağlamalarıma. Nedensiz kelime yığılmalarıma...

Geçen sabah kutuya attım elimi, gözlerim kapalı, aklımdan bir şey geçmesine izin vermediğim bir hızla çekiverdim bir tanesini, göz açıp kapanamadı bile... Bahtıma ne çıkarsa, dedim.  Bahtıma sana yazılmış bir mektup çıktı. Ona bazı yerlerini yüksek sesle okudum. Kendime çoğu kelimesinde sessizce ağladım. Zamanlaması yanlış duygusu hassas mektuplarımı ellerimle okşadım. Kelimeye dökmeyi başardığım her duygumun içimdeki yeri sızladı. Ağladım. Ne çok, ne kolay akar oldu bu gözyaşları, sana, ona en çok da kendime bir anlamı var mı kavrayamadım. 

Bazen mektuplar yazıyorum sana, ona, kendime.
Bazen o mektupları yırtıp atıyorum. İstemiyorum bulunsunlar, okunsunlar bir yerde. Yitip gidiyor kelimelerim, sana dair duygularım yitip gidiyor, ona dair kırgınlıklarım azalıyor gitgide, kendime kızgın değilim eskisi gibi. Bunu sana söylüyorum, ona söylemeyi istediklerimiyse kendime saklıyorum. Kendimle barışalı beri, saklımda olanları bir bir güneşe bırakıyorum. Kuruyorlar zamanla. Küçülüp, büzüşüyorlar. Yok olmuyorlar ama varlıkları da eski tadında değil gibi. Bazı duyguların kurusu bile yeter adama diyor iç sesim. Onu öpüyorum. İç sesimi kendimle barıştığımdan beri daha bir seviyorum. Anlaşamasak da konuşacak birinin varlığında mutlu olmayı öğrendim. Yok henüz delirmedim. Delilikle karıştırılsa da, o da bir çeşit kendini var etme biçimi değil mi?

Farkındayım uzun zamandır üç kişilik bir yükü tek başıma sırtımda taşıyorum.  Sana, ona en çok da kendime haksızlıklarım. Bunu sana anlatmaya çabalasam da, ona dediğim gibi, kendimi sana tam olarak teslim edebilmeyi başaramıyorum. İçimin yitip gittiği bir yerde, içinin sesiyle karşılaştığımdan beridir, sana, ona ama en çok da kendime alışıyorum. İnsanın kendine alışması ne çok zaman alıyor bir bilsen. Kendinle kavgan bitiyor bu sefer de iç sesinle dövüşe başlıyorsun. Velhasıl zor zanaat insanın kendini sevmesi. Kendini bütünüyle teslim edebilmesi. Bak bunu bir kere de buradan sana, ona en çok da kendime yazıyorum. Anlaşılamasa da sözlerim, duygularımın yarattığı karmaşadan yükselen toz bulutları gözle görülebilsin istiyorum. Bu gördüğün, bildiğin toprak patikadan koşar adım uzaklaşırken senden, ondan, en çok da kendimden, arkamda bıraktığım toz bulutlarım. Ben köşeyi döndüğümde gözden kaybolmuş olacaklar. Başımın üstündeki karalıklarına bakıp da aldanma, yağmur bulutları çoktan terk etti yüreğimin sevdasını. Boşuna da ardımdan hayıflanma, çünkü ben ağlamıştım, sana, ona, en çok da kendime vakti zamanında.



31 Ekim 2010

Güneşli Sabahlar ve Pazar/lık

Soğuk kış günlerinde güneşli sabahlara uyanmayı seviyorum. İçimi kaplayan heyecanın tarifi var mıdır? Ben henüz bu duygumu tarif edemiyorum. İçimde bir yerde bir kelebeğin sessiz çırpınışını duyuyorum. Bir çiçeğin açmaya çabalarken ki yorgunluğuna rağmen aldığı keyfi duyumsuyorum. Bir bulut geçiyor gözlerimden, uçuk mavi, beyaza yakın, ipeksi... Dokunuyorum. Ben güneşli sabahları çok seviyorum. İçime dolan yaşama sevincini, harika bir sabah kahvaltısı ile sergiliyor bu arada da kendimi şımartıyorum. Bol vakitli, az uğraşlı pazar günlerini kendime ayırıp kendimle olmanın keyfini sürüyorum. İçime düşen küçük kurtları, sesleri çok çıkmaya başlayınca, balkondaki saksı çiçeklerinin dibine bırakıyorum. Onlarla bir pazarlık yapıyorum. Onlar bir süre toprakta mutlu mesut debeleniyor ben o sırada bütün iç seslerimden uzak bir zaman diliminde huzuru ve mutluluğu çoğaltıyorum. Sonra onlarla birlikte kaldığım yerden devam ediyorum yaşamaya. Onlarsız olamayacağımı biliyorum. Ayrıca da onların beni ne kadar büyüttüğünü bile bile onlarsız kalmayı da göze alamıyorum.

Bu sabah güneşi görünce heyecanlanan kalbime, akıldan tepki gecikmedi tabi ki... Salıverdi kurtçuklarını sağa sola, topladım hepsini özenle, kasımpatının toprağına bıraktım onları. Yeşil yaprakları üşümelerine engel olur, biliyorum. Ben az sonra kendime bir kutsama hazırlığına girişeceğim. Bugün pazar ve turuncu bulutlarıyla parıl parıl parlayan bir gök yüzüm var. Yüreğimde güneşler açmış. Kolları uzansın sevdiklerime, yüreği üşüyenlere ve kendini yalnız hissedenlere.

Henüz sabahın çok erkeni, yani henüz sabah kahvaltısı için bir güzellik düşünülmedi ama geçen haftalarda yaptığım ve sizinle paylaşmayı düşündüğüm tost fikri yazılmak için bekliyordu sırasını. E gün güzel, ben de öyle... O halde işte size harika bir pazar için pratik bir öneri...

Malzemeler basit, ekmek, kaşar, pastırma (ben çemensiz ve hindi tercih ediyorum), köz yağ bireri, yumurta... Siz malzemeyi kendi keyfinize, bütçenize ve malzemenize göre değiştirebilirsiniz tabi.






O sabahı hatırlıyorum, o sabah içim gene kıpır kıpırdı. Rahatsız bünyemin "açımmmmmm" sinyalleri çalışına istinaden, buzdolabının kapağı açıldı. Malzeme kısıtlı ama yaratıcılığı teşvik edici türdendi. Klasik bir pazar sabahı kahvaltısının ötesinde bir güzelliği hak etmiştim. Nedeni bende gizliydi. Mutlulukla gülümsediğimi hatırlıyorum. Hatta şu anda o mutluluğu bu sabahkine ekleyip gülümsememi büyütüyorum. Gördüyseniz sizin de yüzünüzde kaçınılmaz bir gülümseme oluşmuştur. Yok ben göremedim diyorsanız, aynaya bakın...

Malzemeleri tek tek çıkarttım tezgâh üzerine. Kaçınılmaz olarak sahanda yumurta tarifi çıkıyordu önüme. Oysa ben farklı bir şey istiyordum. Uzun zamandır tost yememiştim. Fikri bile yetti keyfimi katmerlemeye. Önce 2-3 dilim pastırma tavaya gösterildi. Pıt pıt, iki yüz de ısıyı alıp yumuşadı. Tost ekmeği olarak seçilen susamlı ekmek, özenle ortasından kesildi ve içine, ince ince dilimlenmiş iki parça kaşar boylu boyunca yerleştirildi. Kaşarların arasına pastırmalar konuldu. Tost makinesi üç dereceye getirildi ve içli ekmek, iç çeke çeke yapışmaz tavaya yerleştirildi ve üzeri üşümesin diye kapatıldı. Bu esnada yumurta tek kişilik tavaya, bir nohut büyüklüğünde tereyağ ile beyazı tamamen sarısı da hallice pişirilmek üzere konuldu. Kırmızı yağ biberleri üçgen üçgen kesildi. Yumurta da buradan nasibini aldı ve onlar da üçgen oluşturacak şekilde sekiz parçaya ayrıldı. Tost, oldum ben artık diyen erimiş kaşar sesleri eşliğinde tabağa konuldu ve aynı şekilde üçgenler oluşturarak servis tabağına alındı. Her bir lokmalık parçanın üzerine bir kırmızı yağ biberi kondu ve en üste yumurta eklendi. Servis tabağının kenarına bir dal taze nane ile yemeğe hazır hale getirildi. Yanına o günler yazdan kalma olduğundan soğuk çay ile servis edildi, afiyetle mideye indirildi.

Az sonra benzer bir girişimde bulunmak üzere mutfağa gideceğim. Kendimi şımartmak için bana verilen bu fırsatı değerlendireceğim. Dilerim sizler için de güzel olsun bu pazar. Dilerim, fırsatınız varken şımartın kendinizi ve sevdiklerinizi.



30 Ekim 2010

Ama Ama Neden?



Ama ama neden bir adam hem yetenekli, hem zevkli,
hem eli kalem tutan hem de aynı zamanda elinin lezzeti olan bir adam olur ki...

Ona
ya da
ulaşabilirsiniz...