30 Kasım 2010

Novella'dan Mektup Var Kendime



hayat tekrarlıyor kendini
bırakıyorsun sevdiğini bir gün bir yerde
ve sonra geri dönüyorsun
ne tuhafsın
hem madem seviyordun ne diye terk ettin
dönüyorsan ne bekliyorsun
aslında biliyorsun alışkanlıklardır insanı geriye döndüren
sen alışkanlıkla kendi kalabalığına dönüyorsun
ne oldu o yalnız kalmak istemelerinden mi sıkıldın şimdi de
ah be evrenim sen büyümeyeceksin
ama ben seni böyle de seveceğim

sen gidince arkandan gelir mi sandın kalabalığın
sevenlerdir hayatında olanlar
hem ne diyorsun kendi duanda

Tanrım hayatında olmadıklarımı aklımdan çıkar
hayatında olduklarımı yüreğimde hissedeyim, izin ver
beni bulmaya, ben olmama yol alıyorum
bana güç ver
ne oldu aklına mı yenildin gene
egona mı yoksa
seni alkışlayanlara mı ihtiyacın var
yüzün gülüveriyor değil mi
alkıştan beslenirsen döner durursun evreninde
yüreğinden beslenirsen alkışlarını duyarsın evrenin
sadece sana
sadece senin içinmiş gibi

sevmek nedensizdir unutma,
sevgiyle kal,
senin Novella





28 Kasım 2010

Titreyen Yan/gın

Seneler önceydi, bir İstanbul akşamında Muhsin Ertuğrul'un sahne tozunu yutmaktan dönüyorduk. Ben Godot'un beklediği yerdeki ağacın bir dalıydım. Ne garip ki bu anı belleğimde sadece bir gece öncesi bir mat üzerinde sahnede uyumamla sınırlı. Ve provalarda ağaç dalı olmamla...

O gece o sahneden çıkıp -google sen çok yaşa- 1992 yılının ılık bir bahar akşamında gençliğimizin verdiği heyecanları alevlendirmeye gidişimizi, çok içtiğimizi, çok güldüğümüzü ve yola çıkarken herkesin biraz daha kalmak isteyişini hatırlıyorum. Bir iki gün sonra aldığımız kötü haberle sarsılmıştık hepimiz. Yanıyordu... O çok sevdiğimiz ve bir daha gidemeyeceğimiz köprü altı balıkçımız yanıyordu. İçimiz yandı. Ben bir daha o köprüden hiç geçmedim. Yeni yapılansa benim köprüm değildi. Altından akan suları da bir daha durup  seyretmedim.

Seneler önceydi. Gençliğimin deli dolu zamanlarında, kendimden bile bunalıp kaçmak istediğimde, gecenin birinde kalkan mavi trene binerdim. Ali Abi'den aldığım içi çıkartılmış acılı yarım köfte ekmek ve elde bir kitap ile düşerdim aşığı olduğum şehrin yollarına. Ah o Doğançay. Gecenin karanlığında bile akardı içime. Akıtırdı içimde ne varsa. Gün ağırmasına yakın duyardım martıların çığlık çığlığa kanat çırpınışlarını. Beni karşılayan hep o olurdu. Görkemli büyük yapısı, yüksek nefes alan tavanları ve eskimiş yüzüne rağmen gülen raylarıyla hep o... Güvercinleri besler bir sonraki seferle dönerdim eski şehrime, tekrar ona kavuşacağımı bilerek arınırdım hüznümden bir tutam huzur koyardım yanıma.

O yanıyor şimdi. İçimde bir yer yanıyor. Üzgün değilim anladığınız anlamda. Kırgın, kızgın ve öfkeli değilim. Onun kendi tarihi içinde benim kişisel tarihimin ayak sesleri var, yürüdüm ben o merdivenlerde ve çorba içtim gar lokantasında bir sabah vakti. Kimbilir kaç gözyaşını bırakmışımdır raylarında. O şimdi yanıyor. Daha bir kaç gün önce hiç planda yokken Karaköy'den Kadıköy'e vapurla geçmeye karar verdiğimde aklımda yoktu karşılaşacağımız. Bugün o karşılaşmamızdan elimde kalan titrek fotoğrafına bakıyorum. Görkemine ve yalnızlığına.  Titreyen bir yangın alıyor hüznümü. Gecemi boğuyor gözyaşlarım. Garip geliyor kulağa biliyorum ama vedalaşabildiğime seviniyorum.





24 Kasım 2010

Bir Sabah Uyandığımda



Bir sabah uyandığmda gitmekti istediğim...
Göçmen kuşlar misali yer değiştirmek ama yine de kendimle olmaktı.
Bir yazı yazdım, uzun upuzun bir yazı,
roman olur dediler ama bence uzun bir öykü olarak kalmalıydı:
Bir nokta koydum o öyküye, pembe bir masaldan uyanıp,
yenisini yazmak için göçtüm turuncu bir düşe.

Rüyalar gerçekleri fısıldar mı gerçekten de?
Şimdi orada yazıyorum göçtüğüm o yeni yerde
Ben kendi dünyamı yazarken kendi gözümden, kendi yüreğimden geçtiğince
Kazara Yazar olmuştum
adımı Novella koymuştum.

Merdiveni dayadığım dört onluk yaşamımda yeni bir yol ayrımındayım,
 basamakları çıkıyorum teker teker
kendimi bulma yolunda kendimle yol almaya çalışarak.
Bilmem ki bulur muyum yolumu,
ya da yol çıkartır mı beni kendime.

Bugün Öğretmenler Günü.
İnsan, kendi öğretmeni olmayı öğreniyor eğer birazcık da şanslıysa.
Karşısına çıkan her bir öğretmende, bir kat daha soyunuyor giyindiklerini.

Karşıma çıktıkları için
Karşıma çıkarttığı için
Farkında olduğum için
Mutluyum
Teşekkür Ederim Öğretmenim


Bu yazı yüreği yüreğime değmiş bütün öğretmenlerime yazılmıştır.
Ben olduğumu bana gösteren aynalar oldukları için.

22 Kasım 2010

İyiyim



Ben iyiyim. Bir yolculuğun içinde süzülen sessiz bir gemiyim bazen ve bazen çoşkun bir ırmak içim. Susmuyor ki kalemim, bu dünyada değil belki ama akıyor yine derinlerim. 

Sessiz neden kalır insan hiç düşündünüz mü? Ben düşünmekten fazlasını yaptım aslında, sessiz kaldım ve gene de yetmedi sessiz kalmayı isteyen bir insanı anlamama.

Çağırıyorsunuz beni. Öyle güzel ki insanın çağrılışı, tepkisiz kalamıyor. Ah o ego yok mu, nasıl da şımarıyor arsızca. Sessizleşen dili çözülüveriyor. Hiç durmadan konuşup duran şişkin egodan daha kötüsü var mıdır acaba?

Geçerken sokaklarınızdan, fısıldıyorum adınızı yüksek sesle. Bir iz bırakıyorum kendimden geriye. Öpüp okşuyorum kelimelerinizi teker teker. Seviyorum bende kalan izlerinizi. Özlenmiyor mu sandınız siz kendinizi. Nasıl da tütüyor sıcak yürekleriniz bir bilseniz yüreğimde...

Gitmek söz konusu olduğunda, yani giden kendi olunca haklı oluyor da, bir başkasında aynı davranışı görünce burkuluyor insan  bir parça. Ne yaptım ki şimdi ben sana diye soruyorsunuz ister istemez, siz değil de egonuz tabi. Dünyanın merkezinde(siniz) ya... Neyse, bunlar benim dertlerim.

Ben dertlerimle de iyi olmayı öğrendim. İyi olmak için çok şeye ihtiyacım olmadığını da öğrendim. Öğrendim ki, hiçbir şeyle de mutlu olabiliyormuş insan ve mutsuz karşılığında. Beklentilerdir duyguları dalgalandıran, diyor bana. O zaman mı anlıyorum 'şimdimi' kaybettim ben. 

Dışında bırakılmış bir geçmişe ve içinde olamayacağım bir geleceğe tutunmuş giderken, koşmaktan tükenen nefesimin bile farkına varamamışım, çok geç olmadan anlamamı sağladı: Nefes ol, dedi kendine. Kendine nefes ol. 

Bu sabah nefes alıp nefes verdim. Sadece nefes alıp nefes verdim. Nefes oldum kendime, kendi nefesimi dinledim. Derindi ve sakin... kapadım gözlerini bir süre, henüz beklemeyi ve sabrı öğrenemedim. Ama o kadarı bile yetti nefes alıp vermeme. Şimdimi buldum. Şimdimde durdum bir süre.

1-2 nefes al... 3-4-5-6-7 ve 8 nefes ver. Haydi şimdi sen de nefes al, ve nefes ver. Unutma! 1-2- nefes al... 3-4-5-6-7 ve 8 nefes ver. Nefes ol kendine. Derin ve sakin. Sonra kendini dinle ve gülümse. Sesin ne kadar da güzel değil mi? Ne kadar derin ve sakin.



05 Kasım 2010

Hoşgeldiniz! İyi ki...

Holding Back The Years çalıyor, The Cooltrane Quartet... Salınıyorum. İçimdeki hafiflik duygusunun hafiflikle uzaktan yakından ilgisi yok ama ben başka bir kavramı klavyemin tuşlarına konduramıyorum. Hemen ardından başlayan Clare Teal yorumu All For Love geliyor, Get Happy albümün adı. İçim kıpır kıpır, dans ediyorum kendimin mutlu yanıyla. Mutlu anları çoğaltmanın sırrı durduğun yerde diyor iç sesim. Baktığında, gördüğünde. Aynı filmi ikinci kez seyretmek istemiyorsan yönünü değiştir, diyorum kendime. Su akarsa senden yana, sen de karış ona, arkandan geçip giderse de sesini dinle. Her ikisinde de huzur kalır yüreğinin derininde.

Balkon kapısında gördüm Frank Sinatra'yı, elinde mikrofonu, I've Got You Under My Skin diyordu bana. Gülümsedim kendisine. İnsan kendine sahip olsa dedim hınzırca.

Yüzümdeki gülümseme öyle uzun süre asılı kaldı ki, bunu sizinle paylaşmayı istedim. Sevgili blog dostlarımla. Ve o anda bir yıldız çaktı kafamda. Bugün burada gidişimi kutlayacağız. Evet, evet. Hazır hepimiz toplanmışken ve ben bu kadar mutluyken olmalı gidişim buralardan. Biliyorum bu blog okurları çokça gördü kaçışlarımı. Yüreğim her vurgun yediğinde, ben önce kelimelerimden, sonra da kendimden kaçardım, bir şarkıda da dediği gibi, eskiden çok eskiden. Her kaçışımda çok geçmezdi geri dönüşüm. Bazen bir fısıltı, bazen bir rüzgar alıp getirirdi gene beni tamamlanmamış çemberimin içine. Ben hep olmam gereken yere, merkeze geri dönerdim: Evrenin Dünyası. Kendi turunu tamamladı.

Dolayısıyla bugünkü gidişim bir kaçış değil. Bu blog yani benim dünyamı yansıtan bu evren ömrünü tamamladı artık. İçine; kırık bir sevda öyküsünü, gündelik yaşamın sıradan yansımalarını, bir aşkın yeşermesindeki sonsuz heyecanları sığdırdı. Kendime yenik üzüntülerimi, yaşama tutkun  mutluluklarımı, yarına panik kaygılarımı ve daha nicelerini taşıdı sizlere. 

74'ü taslak olmak üzere 998 yazı ve 7000'e yakın yorum kalacak bu evrende. Ne çok yer kaplamışım. Ne çok sözcük eşlik etmiş gelişimime. Ne çok yürek atmış yüreğimle birlikte. 

Bu yolculukta yanımda olduğunuz ve beni çoğaltığınız için teşekkür ederim her birinize.

Hangi kelimeler anlatır ki içimdekileri dedim, aşk(l)a yazılmış şu satırları seçtim. 


Öyle keyifli öyle sıradan olmayan bir andı ki,
içimdeki çocuk koşmaya başladı rayların üzerinde:
hayalleri bir sahil şeridi boyunca uzun,
bir gün batımı kadar turuncuydu yüreğinde.

Başka bir yolculuğun yol ayrımında daha kavuşmak dileğiyle... 


05 Kasım 2010 / 23.40 / Bursa



Şarkının sözlerini merak ediyorsan yol seni güzel bir yüreğe çıkaracak.

04 Kasım 2010

Bir (d) Neleri Değiştirebilir ki...



İyi değilim bugün, dedim.
Ağaçlara bak, onlar sana bakarlar, dedi.
Ağaçlara baktım, onlar bana bakıyorlardı.
Sonra gökyüzüne baktım, kuşlar kanatlarını çırpıyorlardı.
Sonra karardı hava, yıldızlara baktım, benim için parlıyorlardı.
Sonra içime baktım, O bana saklandığı yerden, yüreğimden gülümsüyordu.
İyi değildim bugün, dedim. Gülümsedim.

Sonu Yağmur Olsa Da...


Oturdum sahilde bir taşın üstüne...
Uzaklara, gözümün alabildiği yüreğimin varabildiği son noktaya bakıyorum...
Ardımda bıraktığım çakıl taşlarından bir kule yaptım kendime...
Sırtımı sağlama dayadım...
Yanı kendime...

Es rüzgar!
Yağ yağmur!
Çak şimşek!

Yıkılmam demiyorum...
Ama artık daha çok dayanırım biliyorum...




__________________________________________________

Fotoğraf /  Soon@Neslihan Öncel
İlk Yayın Tarihi : Ekim 2009