22 Mayıs 2013

Böylesi Herkese Gerek




Zamanın içinde bir yerdeyim... iyiyim. Kendime dönük hayatımın orta yerinde bir bahçe, içinde çeşit çeşit çiçek açan bitkiler, çam ve meşe ormanları. Ben yavaşladıkça yavaşladı zaman, daha çok şey sığar oldu kısacık hafta sonlarına. Neresinden başlasam, nasıl anlatsam hallerinde, zihnimde dolanan onca cümle yazılmayı bekliyor. Nedense de daha çok iş yaparken takılıyor cümleler, oysa yaşarken öyle mi? Ne cümle kuruyor akıl ne fotoğraf çekiyor el... Yaşıyor, hissediyor yürek.  Bence böylesi yaşamak herkese gerek.

Güzel şeylerin ardı arkası kesilmiyor ben "ben"e vakit ayırdığımdan beri. Düşünmediğimden belki de olup biteni. Komik gelecek biliyorum ama bir "merak ödevi"m var bugünlerde elimde sürüklenen. Sürüklenme sebebi işlerin yoğunluğu, nasıl bir yorgunlukla geceyi sabaha taşıyor kafamın içindekiler anlatacak kelime bulamıyorum şu an. Haftanın içi böyle geçip giderken, bir bakıyorum cuma akşamı olmuş, dostlarla bir sofra kurulmuş, sofranın orta yerinde kocaman kahkahalar, cumartesiyi pazara bağlayacak planlar... Yaşanıyor dar vakitlerde en derin duygular. Dedim ya bence böylesi duygular herkese gerek. Kitap bile gelmiyor aklıma... Okuduklarıma sayayım diyeceğim ama, siz de bilirsiniz her okumak başka bir dünyanın kapılarını aralamak tek başına. Ama nedense bugünlerde "yaşamak" daha ağır basıyor "boş vakitlerde ne yaparsınız" sorunsalında. 

Nasıl oldu diyeceksiniz, nasıl oldu da senin gibi huzursuz bir bünye huzur buldu şu dünyada... "Doğa" efendim, bildiğiniz hemen yanı başınızdaki doğa... Bir de sanırım "güzel büyümek". Evet! İşin sırrı "güzel büyümek"te. Sen güzel büyüyünce baktığın da, gördüğün de, bulduğun da, sunduğunda "güzel" oluyor. Derle ya hani "gülümsemek" ilaçtır. Gülümsemek ilaçsa sevmek "gençlik aşısı"... Siz yüreğinizde sevgiyi büyütün kısa bir zaman sonra ne kadar "güzel büyüdüğünüze" şaşıracaksınız. Demedi demeyin, bence böylesi büyümek herkes gerek.




03 Mayıs 2013

Maraz



Bu sabah her zaman ki gibi bir sabah olmasını çok isterdim ama ne yazık ki değildi... Akşamından belliydi sabahımın iyi olmayacağı... Sesim küçülmüş, enerjim düşmüştü. Üstelik senaryo yazmaya meraklı kafamın içinde dolanan cümlelerden kırbaç yapsam tilkileri bile kovalardım ama dedim ya enerjim yoktu böyle şeylere. Onun yerine köşe koltuğuma oturup bekledim. Bir süre sonra çalan telefondaki ses enerjilerini sevdiğim, birlikte olmaktan çok keyif aldığım ne hikmetse uzun zamandır bir araya gelemediğim arkadaşlarımdı, üstelik benim mahalleden geçerken sesimi duymak istiyorlardı. Ufaklığa park sözü verdikleri için onlar gelir gelmez parka doğru yol aldık. İki yaşında bir beyefendiydi karşımdaki, elimi uzattım "iyi akşamlar" dedim. Elini uzattı ve "İdi vidi" dedi. Akı babasının adıydı. Sıklıkla ona seslenip bu hiç de alışık olmadığı mahallede gördüklerini heyecanla babasıyla paylaşıyordu. Yürüyüş parkuruna gelince beraber koşmaya başladık. Enerjim yerine geldi. Hayatın mucizelerinden biridir çocuklar... Kaydıraktan tek başına kaymayı istediğinde saymaya başladı... "bir di al be ü" yani "bir, iki altı, beş ve üç" önemli olan üçtü adına yakışır bir şekilde "poyraz" gibi uçtu. 

Eve döndüğümde sehpa üzerinde duran telefonumda cevapsız bir çağrı gördüm: ruh annem de koşup gelmişti o gece... Biraz sohbetten sonra "ailenin davetiyeye ihtiyacı yoktur" dedim. " Geleceğiz elbet". Gülümsedim. "Sahi ne zaman büyümüştü de evleniyordu bizim mahallenin ufaklığı"

Gece uykum uyku değildi, ama neydi diye sorarsanız da bir cevabım yok. Sabah gri bulutları uyandım. Güneşe iyi geliyordu ama dedim ya bu sabah her zaman ki gibi bir sabah olmayacaktı. Uzun süre yatakta debelendim ve kahvaltı etmek fikri ile yataktan çıktım. Duş, hazırlık, kahvaltı derken saat geldi. Ayaklarınızın geri geri gittiği bir ilişkiniz varsa durma vakti gelmiştir aslında. Ama hayat durdurmaz sizi, bekleyen faturalar, borçlar, sorumluluklar biraz daha dayanayım demenize sebep olur. İşe koyulmak üzere merdivenleri teker teker indim... Üçer üçer geri çıktım. 

Otoparka gittiğimde parke taş üzerinde yatan iki kedi yavrusu gördüm. Hemen yanlarına gittim ve birinin çoktan ölmüş olduğunu fark ettim. Diğer kedi kafasından darbe almıştı ve kulağının çevresinde kanlar vardı. Nefes alıyor ve ağlıyordu. İş yerinden arkadaşım zaten öleceğini onu orada bırakmamız gerektiğini söyledi. Arabaya doğru yöneldim ama içime sinmeyince bagajda bir şeyler aradım. Ayakkabı kutusunu boşalttım ve bir torbayı eldiven yapıp kediyi kutuya koydum. Yol boyu ağlayan kediyi üniversitenin hayvan hastanesine yetiştirdim. Gerekli tedavileri yapıldıktan sonra belediyeye gönderiliyormuş. Bilmem hayatını kurtarmakla iyi mi ettim. Hani derler ya iyilikten maraz doğar... İşte ben orada biraz tereddüt ettim. 










02 Mayıs 2013

Ne Fayda



Dilin kemiği olmazsa, kırarsın en yakınındakini...
Ne fayda sonrasında üzülmek, 
sen vur kafanı duvara ya da 
otur ağla bir köşe başında tek başına...
Ama ne fayda!



10 Nisan 2013

Gerçekler Hayallerden İlham Alır


"Başka işin mi yok, olmaz o iş"
"Ruhum bedenime dar mı geliyor ne"
"Sanki başkasının hayatını yaşıyorum, bu ben miyim?"
"Neden o yapabiliyor da ben yapamıyorum, çünkü....."
"Bu hayatın benle bir derdi var, nedense hep bana ters gidiyor"
"Hayal bunlar..."
"Neyi nereye bırakıp gidiyorsun, iş güç, okul, çocuklar..."

Uzar gider bu liste... Bu ve buna benzer cümlelere aşinayızdır, bazen kendi sesimizdir duyduğumuz bazense yakın bir arkadaşımızın. Bugün benim doğum günüm. En güzel hediyelerinden birini sundu bana evren: "hayalin olsun"




Erden Eruç'u dinlemekten, ona hayran olmaktan, hayal kurmaktan geliyorum. "Bir avuç insansınız, bu bir tesadüf değil, bir seçim" diye başladı konuşmasına... "hayalleriniz olsun" diye devam etti, "öncelikleriniz olsun" diye tamamladı sözlerini.

52 yaşında Erden Eruç... "benden bir on yıl daha iş çıkar" diyor gülerek ve ekliyor, sonrası  için plan hazır;
yaptığı ve yapacakları için cümlelerin başına "en yaşlı"'yı eklemek...

Bu doğum günü bana "bahanelerinden kurtul" dedi... Bakalım söz dinleyecek miyim?



görsel / buradan





05 Nisan 2013

Saat




Uyanır uyanmaz kötü bir gün geçireceğimi anlamıştım.* Saat çalmamıştı. Köşesi açık kalan perdeden neredeyse yağdı yağacak gibi duran koyu gri, ağır bulutları gördüm, bir de camdaki yansımamı. Gözlerim… gözlerim… o bulutlar gibiydi; yağdı yağacak! Oysa yeni uyanmıştım. 

Neyeydi yüreğimin yası? Nasıl bir rüya görmüştüm… Görmüş müydüm… Uyumuş muydum… Sorulara soru işareti bile koyamayacak kadar yorgundum. Yatağın içinde gerindim. Kaslarım…kaslarım öylesine ağrıyordu ki… ya da kemiklerim… ağrı ayak parmaklarımdan… bacaklarıma… kasıklarıma… karnıma… göğsüme… kollarıma… boynuma… başımın arkasına… saçlarımın ucuna… öylece çıkıp gitti ağrı saçlarımın ucundan. Arkasında bir ah bile bırakmadan. O kadar hızlı, bir o kadar amacından kopmuş, başı boş bir ağrıydı ki… dönüp bakmadım. 

*** 

Uyanır uyanmaz kötü bir gün geçireceğimi anlamıştım. Saat çoktan çalmıştı. Onu bile duymamıştım… Öyle kütük gibi, koyu kahverengi, ağır bir uykudan uyanmıştım. Köşesi açık kalan pencereden bulutlarla oyun oynayan, neredeyse parladı parlayacak olan güneşi gördüm, bir de karşımda duran aynadaki yansımamı. Gözlerim… gözlerim… o güneş gibiydi; parladı parlayacak! Oysa yeni uyanmıştım. 

Neyeydi yüreğimin öfkesi? Nasıl bir rüya görmüştüm… Görmüş müydüm… Uyumuş muydum… Sorulara soru işareti bile koyamayacak kadar yorgundum. Yatağın içinde gerindim. Kaslarım…kaslarım öylesine ağrıyordu ki… ya da kemiklerim… ağrı ayak parmaklarımdan… bacaklarıma… kasıklarıma… karnıma… göğsüme… kollarıma… boynuma… başımın arkasına… saçlarımın ucuna… öylece çıkıp gitti ağrı saçlarımın ucundan. Arkasında bir ah bile bırakmadan. O kadar hızlı, bir o kadar amacından kopmuş, başı boş bir ağrıydı ki… dönüp bakmadım. 

*** 

Uyanır uyanmaz kötü bir gün geçireceğimi anlamıştım. Saat durmuştu. Annem ölmüş! 






görsel / deviantart

* Bu yazı Vladimir'in Yedi Öykü Başlangıcı yazısından sonra yazılmıştır. 

12 Mart 2013

Bana Kendini Getir*

İstanbul Modern'i bir başka severim. Hoş ben İstanbul'un her yerini bir başka severim... Ama niye de ne bileyim işte, sanki orası bambaşka... Gözlerim parlar gitmeye yakın, söner içimde bir mum gitme vakti yaklaşırken. Daha dumanı tüterken bilirim, belki de bu yüzden hüznümü kısa tutar, ayrılık vakti gelmeden yeniden kavuşmanın ümidiyle elveda derim. 



Son gidişimden yüreğimde kalandır az sonra okuyacaklarınız:

Sözler olmasa o kadar şeyi anlatır mıydı bana diye de düşünmeden edemedim ama kelimelerin esere eserin kelimelere kattığının en güzel örneğiydi 19 bavul, 19 sandalye ve büyüteçler... Duvardaki şiiri son anda görmüştüm. Okudum... arkamda kalan 19 bavula, 19 sandalyeye ve büyüteçlere ve şiirin hemen yanı başında yer alan 19 maskeye bir kez daha baktım. Sonra şiiri bir kez daha okudum. Sonra bir kez daha baktım... arkamda kalan 19 bavula, 19 sandalyeye ve büyüteçlere ve şiirin hemen yanı başında yer alan 19 maskeye... Her birinin fısıltısını dinledim. Her birinin fısıltısına kendimce ses verdim. Sakinleştim... Zenginleştim... Bana  kendimi getir dedim... 

Şöyle söyledi mekan:
Beni ilk gördüğün zamanki heyecanlarını getir,
Her biri bir başka işinde sana yol olan.
Bana kendini getir.
Her bir parçanın dünyaya karışmış olanından geriye kalan.
Bana eski misafirlerimden bir parça getir,
Hani senin de şu çok sevdiğin,
Yan yana dizili 19 kişinin bize bakan yüzlerini taşıyan.
Kurimbu köylülerinin yekpare ağaca yonttuğu,
Her birinin hikayesi uzaklara boş bir bavul asılı kalmış olan.
Bana 19 bavul getir,
Her biri başka birinin belleğini saklayan.
Bana kaybolduğum bütün anları getir,
Merceklerden bakıp zamanın izlerini süreceğin.
Bana eski sandalyelerimi geri getir,
Her biriyle başka bir belleği kavuşturacak olan.
Bana Rumi'nin şiirini getir.
"Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güze" diye başlayan,
"Ne kadar öz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek  lazım" diye biten.
Bana insanlar getir,
Her biri geldiği yerin tesellemecisi olan.
Bana hayallerini getir,
Yaşarken beni baştan ayağa sen yapan.
Bana kendi belleğimi getir,
Hasretle karşılaşmayı beklediğim.
Bana her şeyi getir,
Her biri bir başka şeyin her şeyi olan.
Handan Börüteçene
Paris, 2008



Eser fotoğrafı / buradan

11 Mart 2013

Mart Kapıdan Mı Baktırır Sadece



Siz onu tanır mısınız bilmem, ama ben izninizle ondan haberdar olmamı sağlayana bir selam göndermek isterim: Selam olsun sana ey güzel yüreği kahverengi gözlerinde ışıldayan adam. Nasılsın sahi? Ben iyiyim. Şükürler olsun ki, bazen hiç olmadık bir yerden vurduğunda hayat ağlamadan sızlamadan, durup bakmayı, yüreğimden geçenin ne olduğunu anlamaya çalışmayı öğrenmişim. Payın var bunda da, daha nicesinde olduğu gibi. Teşekkür ederim. 

***
Aklım ne zaman karışsa, yüreğim sıkışsa, boğazımda bir düğüm ne zaman beni nefessiz bıraksa... şarkılara sığınırım ben. Fal tutarım şarkılardan kendime... Bir de garip gelecek biliyorum ama fal bakarım olur olmadık zamanlarda... Fala kanma falsız kalmadır bu noktada inandığım cümle. 

***

Sabah erkenden bir kahve içtim. Selçuklu mutfağından örnek bir tabak denedik öğle yemeğinde, sabah içilen kahve kapatılmış vaziyette kaldı bir yerlerde. Kısmete ne çıkmıştı acaba... Odama döndüğümde bir şarkı tuttum kendime: Sıla / Zor Sevdiğimden 

"Niye gidemiyorum biliyor musun? Çünkü emek verdiysen zor
Meydan okuma öyle hemen, Dur neden diye sor
Niye susuyorum anlıyor musun? Çünkü anlattıkça zor
Bükme dudağını, Hemen otur o zaman hesabını sor
Çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden
İyi günde burdasın dar günde yoksun neden

Güler ömür ağlar ömür
Farkında olmayız geçer ömür"

***

İnsan yüreğinin acıdığı zamanlarda daha da acıtmaktan ne zevk alır bilmiyorum. Eskiden çok eskiden çektirirdim bu işkenceyi kendime... Günler sürerdi acıdan sıyrılmam. Öyle dibe vurdururdum kendimi,, dip ne kadar dip anlamazdım bile... Ama büyüdüm. Büyüdüm ve kendimi daha fazla acıtmamak için şarkılardan fal tutmaktan vazgeçtim. 

***
Gazete okumayı denedim. Olmadı. Rapor yazmak için kafamın yerinde olması lazım ki... Kafa bugün bedende değil. Dolandım durdum bloglar arasında ne buldumsa aradığım değil... Sonra birden aklıma düştü: İrem Su... ne diyordu kim bilir mart ayı için... belki aradığım cevaplar tam da oradaydı... evraka misali bir gülümseme yüzümde. Google sağ olsun. 

Kişisel tarihim gibi mart ayı... Bana özel yazılmış gibi... Aradığım soruların cevapları gibi... Yok valla daha fazlası... Altını çizdim zaten aradığımın, belki de başından beri bildiğimin... Hani söylemek istemez ya insan bazen kendine bile... hani en büyük yalanı kendine söyler ya insan yeri geldiğinde... Öyle işte!


"Bir yolun sonunda veya bir kapının önünde Mart ne diyor bize ?

4 Mart tarihi Temmuz 2012 ve civarında adım atılmış, yürürlüğe konmuş, ancak daha sonra kafamızı karıştırmış, tekrar düşünmemize neden olmuş meseleleri hiç kimsenin ve hiçbir şeyin kafamızı karıştırmasına izin vermeden akıllıca gözden geçirmemiz gerektiğini gösteriyor. Özellikle geçtiğimiz 15 Şubat tarihinden bu yana yaşanan gelişmeleri de tekrar dikkatli bir şekilde ele almamız gerekiyor..

5 Mart tarihi içinde bulunduğumuz meseleleri, durumları, ilişkilerimizi, hassasiyet içinde aşkın derinlikli olarak ele almamızı sağlarken, aslında bize zayıflıklarımızı hatırlatarak bunları tedavi edebileceğimizi gösteriyor. Yeter ki, biz kendimize özen gösterelim. Bunları kabul edelim.

7 Mart tarihi güçlendirici, gözlemde bulunmamızı sağlayıcı, kuvvetlenmemiz için bize destek oluca ve geçmiş ile gelecek arasındaki her şeyin aslında yaşadığımız anda gizli olduğunu gösteren bir ışık gibi.

8 Mart tarihi 27 Aralık 2012 ve civarında yaşanan, derlenip toparlanmaya çalışılan, güçlenmek adına odaklandığımız büyüme, gelişim anlamındaki her durumu tekrar ele almamızı sağlarken, aslında ilik-düğme misali birbirine uygun veya uygun düşmeyenleri fark etmemizi sağlıyor.

10 Mart tarihi Geleceğimizi doğru şekilde çizebilmek için geçmişe bakmayı ihmal etmememiz gerektiğini işaret ediyor. Yapıcı düşünmek ama her türlü olasılığı da gözden geçirmek lazım.

11 Mart tarihi çiçeğin tomurcuk hali açmaya hevesli,,biraz sabırsız ama öyle güzel ki, insan umutlanıyor, insan huzur buluyor insan hayatla barışmanın keyfini sürüyor...

12 Mart bir heves, bir telaş olmalı, olacak amacım bu, koşacak bu yürek ona ulaşacak...

14 Mart tarihi derinlemesine düşündüğümde hayallerimi ve farkında olduğumda gerçeklerin huzur buluyor ruhum, hayata umutla sarılıyorum... evet ben ne yaptığımı biliyorum, gelişmeliyim, büyümeliyim, ona göre kendime bir yol çizmeliyim... ne esiriyim bir şeylerin ne de çaresizim.

20 Mart işte ben işte yeni bir hayat..bir çocuk gibiyim hevesli...kendime güvendiğimde kazanacağım çoktan belli....

22 Mart değişime açık olanlar.. değişimden yana olanlar... hadi bakalım gösterin kendinizi artık durmak zamanı değil..duygular coşmuş, aşk kaygısız bir çocuk gibi, rota belli ise tam yol ileri... Belli değilse hala

27 Martı beklemeli, şaşmamalı terazi, anlamalı olan biteni...dengeli mi dengesiz mi ?

28 Mart tarihi 12 Şubatta yaşananları, düzeltilememiş olanları, karşımıza çıkanları, kafamızı karıştıranları tekrar ele almamızı sağlıyor.

29 Mart tarihi ayağım gaz pedalında hayatın, artık durmaya yok niyetim... Ah şu kafamı bulandıranlar olmasa işim daha kolay olurdu ama!

31 Mart tarihi ne olacaksa olmalı artık yenilenmeliyim.... işlemeyeni tamir etmeli, yolumu çizmeliyim..."